Ana içeriğe atla

Önemli Olan Zirvede Bırakmak !

Her sporcuya, her sanatçıya, her edebiyatçıya yani kısaca bu dünyaya bir şeyler kazandırmak için çabalayan her insana zirvede bırakmak nasip olmaz.  İşlerini iyi yapan insanlar hiç bırakmamak için yapsalar da, aşk ile bağlı olunan mesleklerde dahi zirvede bırakmak genelde iyi hatırlanmalara sebep olur.
Ve tabi ki bir şeyleri zirvede bırakabilmek için önce başlamak gerekir.
Ben kendi hayatımda birçok alanda, birçok şeyi zirvede bırakmış biriyim mesela ( evet şu an bende sırıtıyorum ama yazılara emoji koymak hoşuma gitmediği için kendimi övmüş gibi görünüyor, görünmesin.  ( emoji  ) )

1- BASKETBOL 



Lisenin ilk yıllarında ne yaparsam yapayım, ne kadar çalışırsam çalışayım İngilizce notuma 08 veren bir hocamız vardı. Bu hoca aynı zamanda basketbol koçluğu yapmaya karar vermiş ve yeni kurulan bir lise olduğu için bizlerin arasından takım oluşturmak için seçmeler yapmaya başladı.
Daha önce hiç oynanamamış olmama rağmen "ne eksiğim var altı üstü top sektirerek yürürüm" diyerek bende yazıldım ki bir nebze boyum uzun olduğu için beceririm herhalde diye düşündüm. Seçmeler başladığında sınıftan iyi anlaştığım bir arkadaşımla gayet iyi paslaşarak takıma girmeyi başardım.


Fakat bu tamamen onun başarısıydı açıkçası ben pekte bir şey yapmadım.
Haftada iki gece antrenmanlara gidip gelirken hem oyuncular, hem hoca, hem de ben fark ediyordum ki felaket bir oyun stilim vardı.
Zaten küçüklüğünden beri gözlüğüme çarpacak diye toptan korkarak yetişmiş olan ben savunma yaparken bile topa bakamıyordum. E doğal olarak neredeyse hiçbir maçta bana süre tanınmadı. Taki zirvede bıraktım diyebileceğim o sayıyı attığım maça kadar.
Turnuvanın grup maçlarından birinde ki maç ağır yenilgimizle sonlanan maçlardan yalnızca biriydi, hoca ne olduysa beni oyuna aldı. 

Leyla ile Mecnunda ki yedek Kamil gibi yedekliğe alışmış olan ben hocanın beni çağırdığını duymadım bile, daha sonra uyaranların da desteğiyle ayağa kalktım bir iki artist ısınma hareketinden sonra sahaya çıktım.
Böyle bir şey yok.
"Ulan bunlar nasıl liseli, anaları babaları bunları neyle besledi? Bak bak bak insan insana öyle vurur mu ulan," diye içimden geçirdiğim cümleler artmakta ve üzerime doğru koşan oyuncular da artmaktaydı.
 Ama birden nasıl olduysa top bana geldi, o iki saniyelik an sanki saatlerce sürmüştü, topa baktım..
Etrafıma baktım…
Yalvaran gözlerle tekrar topa baktım…  Resmen toptan cevap verip ne yapmam gerektiğini söylemesini bekledim…
Adeta ben o an beşinci günün şafağındaydım ve doğuya bakar gibi baktım topa…
Sahanın ortalarında olduğum için ya pas vermeliydim ya da yürümeliydim. Ama ikisinde yapmadım. Ya şimdi yürüsem üstüme gelecekler, pas versem o top bir daha sittin sene bana gelmez, bizde azcık oynamayalım mı diye düşündüm ve… ve
Adeta Hayat Bilgisinde son saniye basketi atan Mennan gibi karpuzlama olmasa da aynı aşk ile attım topu veeee laaaappppsssss.


Hayatımın ilk ve tek basketini o an attım. Basketi attım ne yapacağımı bilemeden geri döndüm. Arkadaşlar şok, hoca şok, ben zaten sabahtan beri şok…
Daha sonra ne maça çıktım nede basketbol oynadım. Zirve de bıraktım. Ha sorsan bunu biri hatırlar mı?  hatırlamaz. Ama ben ömür boyu unutmam.

FUTBOL

Basketbol macerası böyle kapanmışken içinizden bazılarının sen hiç halı sahaya da gitmiyorsun o neden diye sorduklarını duyar gibiyim.
Gittim kardeşim gittim, onu da zirvede bıraktım.
Dediğim gibi küçükken hep toptan korkardım gözüme gelir ve gözlüğüm kırılırdiye.
Daha 4 yaşında takmaya başladığım için kulak, burun, kol, böbrek sizin için neyse gözlük benim için o bildiğin organ yani.
Mahalle arasında çocuklar top oynar beni kaleye geçirirler bende kalede kumla oynardım, ne ilkokulda nede ortaokulda hiç oynamadım/oynayamadım. Gerçi kaleye geçmesem de ben kumla oynardım o ayrı.
Ama lisede daha yeni yeni insanlarla samimi olurken şimdi çok yakın arkadaşlarımın da içlerinde bulunduğu bir sınıfla halı sahaya maç yapmaya gittik.
Biz o kadar ciddiyiz ki ısınma hareketleri, koşular, nefes almalar, bir tripler bir tripler. Karşı taraf ise mangala gelen dayılar gibi kapı önünde sigara içti ve maça başladı.
10 küsur gol yedik arkadaşlar bir süre sonra makine bile saymadı… Ama önemli olan bu değil
Önemli olan benim nasıl zirvede bıraktığım..
Evet gol attım! Hem de frikikten.
Maçın sonları yaklaşmış, karşı taraf zaten adamları pert ettik diye artık keyif için oynamaya başlamıştı ki faul oldu.
Bir duran top ve başında ben, hayır niye ben onu bende bilmiyorum bir kere topa vursun dediler demek ki.
Aynı 5. Gün ve aynı şafaktaydım. Yine Mennan ruhum ortaya çıkmış gibiydi hissediyordum.
Ve topa vurdum.


Çatala koydum çatala.
Ve o günden sonra bir daha halı sahaya da gitmedim, futbolda oynamadım.
Zirvede bıraktım.
Yani işin özü, zirvede bırakanlar listemize adımızı; Björn Borg, Erıc Cantona, Rocy Marsiano gibi altın harflerle yazdıramamış olsak da, en azından neden oynamıyorsun beceremediğin için mi diyenlere bir çift lafımız var, oda şu ;
Evet beceremediğim için.


Yorumlar

  1. Basketbol anısına bench den şahit olan birisi olarak net hatırlıyorum, suratta acayip bir şaşkınlık ve 32 diş rahat gözüken bir gülümseme 😄

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahaha :D muhtemelen sana sarılmışımdır koşup :))

      Sil
  2. "Kanka şunu da yazsana" diyebileceğim samimiyete (bokunu çıkarma evresine) gelmemek için uzaktan uzaktan sıkı takipteyim. Yazılarını güzel Türkçenle süslesen de benim anladığım lisanla efsane keyifli. Hepimizin ihtiyacı varmış be Salim......

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bana özelden yazsan olur dediğin ne varsa söyle, alayını yazarım :D

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLÜMSÜZLÜĞÜ BULAN ADAM !

Bugün sizlere Isaac Christin Novak'ın hikayesinde bahsedeceğim.  Dünyaya geldikten hemen sonra bebekler ağlamaya başlarlar, ya bu dünyanın nasıl boktan olduklarını bildikleri içindir ya da doğar doğmaz yavaş yavaş ölmeye başladıkları için. Bir süre sonra bu fikre alışarak ağlamaları kesilir fakat herkes bu fikre alışmaz ve ölmemek üzere yaşamaya başlar. İnsan bilimsel olarak kalbi durduğu zaman ölür fakat asıl ölüm ismini son bilen, seni son hatırlayan kişi dünyadan gittiğinde olur. O zaman bu dünyaya hiç gelmemiş olursun, çünkü kimsenin seni hatırlamaması senin var olmadığına bir kanıttır. Sanatçılar ve siyasiler çoğunlukla bu açığı kapatırlar, çünkü onlar kolay kolay unutulmazlar ve ölümsüzlüğü bir nebze gerçekleştirirler. Peki ya gerçekten ölümsüz olmak mümkün mü? Binlerce yıldır insanlar bunun araştırmasını yaptılar, dünya üzerinde inanılan neredeyse bütün dinler ölümden sonra tekrar yaşamın olacağını söylerler fakat bulunduğumuz dünyada ölümsüzlüğün

MESSİ'NİN KILDIĞI NAMAZ !

Selamlar, blog sayfamın ikinci yazısıyla buradayım. Her yazıya başlarken numara verecek değilim elbet ama ilkler güzel belirtmekte fayda var. Bugün sizlere kendimden bir hikaye anlatacağım. Aslında başlığı gören ve konuyu bilen arkadaşlarım anlamışlardır mevzuyu ama ben yine de anlatayım, çünkü anlatacağım bu hikaye benim için bir süre korkulu rüya bir süre sonra da eğlenceli bir gerçek oldu. 2008 ya da 2009 yılıydı, ben evin en küçük oğlu olarak günde 15 saat bilgisayar başında takıldığım dönemler ( ki hala öyle ) ve o zaman facebook yeni yeni Türkçe olmuş popülerlik zirvede herkes cayır-cayır sayfa açıyor biz de o sayfalarda her fotoğrafın her video’nun altına “zaaaaa xd xd xd” yazıyoruz. Evet bunu hepimiz yapıyoruz. En cool arkadaşlarımın hatta eski sevgilimin bile internet geçmişinde var bunlar ve daha da ötesi “yha”lar bile var. Neyse ki çabuk atlattık msn ile birlikte onlarda kalktı bir nebze. Dönelim bana, tahminimce 2008 yazıydı ve Avrupa şampiyonası var, almışım tüplü tel

Yaşar Kemal'in Teneke İsimli Tiyatro Oyunu / İnceleme

Evet sevgili dostlar bugün sizlere bir oyun incelemesi yazmak istedim, keyifli okumalar ; Oyun aynı isimli romandan uyarlanmış ve romanın yazarı asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal’dir. Ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden  Van’dan sürülmesiyle 1926 yılında Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde doğmuştur.  1943 yılında ilk kitabını yayımlayan Yaşar Kemal incelememize konu olan Teneke eserini 1955 yılında kaleme almış, 1965 yılında oyunlaştırmıştır. 1966'da İlhan İskender Armağanı ile Ankara Sanatseverler Derneği Ödülü'nü kazandırmıştır.                                     Teneke romanı aynı zamanda yazara esin kaynağı olan, hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Adana’da geçmektedir. Çiftçi olan babasını henüz beş yaşındayken kaybeden ve bir kaza sonucu yine o yaşlarda bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal ailesine yardım etmek için Adana’da pamuk çiftliklerinde ırgat olarak çalışmıştır. Bu tecrübe ona hem Adana Çukurova’yı tanımasını hem de halkın dertler