Ana içeriğe atla

2 GÜNLÜK VOSVOSLU KAMP MACERAMIZ ! TAŞLA KAVGA ETTİM !



Uzun bir aradan sonra sizlerleyim ve bugün sizlere yaptığımız efsane iki günlük çadır kampından ve Türkiye’mizin cennet mekanlarından biri olan Adrasan’dan bahsedeceğim. Haydi iyi okumalar !



7 Temmuz Cuma :

Günler öncesinden planladığımız çadır kurup, kamp yaparak ‘’tatil yapma’’ planımızın gidiş tarihine gelmiştik, fakat planın çoğunu yapan canım kardeşim Emre bile henüz nereye, nasıl gidileceğini ve ne yapılacağını bilmiyordu. Aslında o tarihe kadar kafamızda bazı şeyler netleşmişti fakat hem maddi durumlar hem de önceden böyle bir deneyimin yaşanmamış oluşu bizleri düşündürdü. Öyle ki yola çıkmadan 2 saat önce bile Emre beni arayıp : ‘’ Abi nasıl yapacaz bu işi ? ‘’ dedi. 
Hepimiz biliyorduk ki önemli olan tatil yapmak değildi, önemli olan üniversite hayatında kardeş olmayı başarabilmiş dört ismin -ki bunlar Ben, Mert Karakaya, Burak Çebi ve Emre Yiğittir, yıllardır hayalini kurduğu vosvoslara atlayıp sonunu düşünmeden bir yolculuğa çıkma planını gerçekleştirmiş olmasıydı. Nitekim gerçekleştirdik!









Saatler öğleye geldiğinde Burak’la birlikte askeri malzeme satan bir dükkana giderek bütçemiz dahilinde bir çadır aldık, satıcı bize bu 2 kişilik ama 4 kişi bile sığar demişti. ( YALAN ).
Saatler akşamüstü 17:00’ı gösterdiğinde ise artık vosvosa atlayıp yola çıkmaya hazırdık.




Yaklaşık 50 km yol gittikten sonra Mert aniden ‘’Hassiktir’’ diyerek bağırdı ‘’ Mangalı ve Tüpü unuttuk’’
Bu şu demek eğer orada yemekler pahalıysa ya aç kaldık ya da paramız bitti bu bizi o an için çok telaşlandırmadı fakat ilerleyen zamanlarda nelere yol açtığını göreceğiz.
Vosvosun sorun çıkarmama ümidiyle Antalya merkeze kadar gelerek Emre ve Aslanla buluştuk. Tabi bu esnada durduğumuz her yerde muhabbet eden insanlar arabaya selam veren turistlerin olması oldukça eğlenceli bir yolculuk yapmamıza sebep oldu.

Bu arada Emre’nin araca vosvos demiyoruz çünkü ismi var ‘’ASLAN’’ !

Emre ile yollarımızı birleştirdikten sonra Kemerde yemeğimizi yiyerek Adrasan’a doğru yola çıktık



Tek bildiğimiz Google Maps ve Tabelalara bakmak. Orada güzel mekanlar var mı? Çadır kurabilecek miyiz? Denizi nasıldır? Gibi sorular bizim için 2. hatta 3. planda kaldı.

Ve kemer çıkışında Adrasan’a yaklaşık 40 km. kaldığında saatler 24:00’da beklenen oldu, vosvos dayanamadı ve durdu. 

Aracı sağa çektik, tek şerit yol arabalar vızır vızır ve bize yardım edebilecek tek isim Emre eğer onu aşan bir konuysa yapılacak belli orada sabahlamak. Ben artık bildiğin burada kalsak çadırı nereye kurarız diye etrafa bakarken açılan kaputtan çıkan koku ve dumanla Emre’ye bildiğin ‘’Noydu Amca’’ der gibi baktım.

Şimdi az çok bu işlerle ilgilendiğimiz için benimde kafamda iki ihtimal vardı araç ya yatak sarmıştı ki bu terimi kullandıysak arabanın yürüme şansı yok demektir, ya da platin atmıştı yapılması gereken ufak bir işlem vardı ve yola devam edebilrdik. Araçlardan inildi herkes tek yürek Emre’ye, Emre Mert’e bakıyordu.. 

Ve Emre şu soruyu sordu : Yedek platin var mı Mert ?
Güp güp.. güp güp.. güp güp..
Mert : Yok abi..
Emre : Aferin oğlum, Zımpara var mı ?
Güp güp.. güp güp.. güp güp..
Mert : Yok abi..
Salim : ( içinden ) : Ulan mert yaa
Veysel : ( İçinden ) : Keşke hatırlatsaydık
Burak : ( İçinden ) : Şuraya işesem mi acaba ?
Emre : Neyse bende var.

Bu cümleden sonra rahatladık, Emre platini hallettikten sonra arabanın o efsanevi motor sesini de duyduk ve secde edip şükrederek yola devam ettik.
İleride ve geride başımıza gelen rutin Jandarma çevirmelerinden sonra artık mekana varmıştık.





Gördüğümüz diğer çadırlar bizi biraz umutlandırsa da mekana gittiğimizde diğer çadırların devasa hatta çadır değil 3+1 ev oluşu önlerinde masa ve sandalyeler olması, bizimkilerin ise diğer çadırlara nazaran oldukça ufak oluşu "ulan galiba biz bunlara sığmayız" dedirtti. Açlık, yorgunluk ve biraz da gerginlikle birlikte çadırları kurmaya başladık fakat o nasıl başlamak.
Örneğin bizim çadırın pencerelerini tutması gereken demirleri kenarlara çaktık, çadır kuracağımız zemini temizlemedik, çadırın üstüne ağaçlık gelip gelmediğine bakmadık ki buda sabah sıcakta uyanmamıza sebep oldu.





Finalde ise gayet uygun bir çadırı oluşturup içine 3 kişi sığmayı başardık fakat dediğim gibi kurduğumuz zemini temizlemeyi ve sırtımıza batacak olan taşları hesaba katmamıştık. Öyle ki 2. Gece saat 01:00 sularında sırtıma batan taşı kenara almaya çalıştım fakat çadırın içinden bunu başaramadım ve taşa sinirlenip taşla bildiğin kavga etmeye başladım, taşa yumruk atıp küfrederken yanımda uyuyan Mert sanki kavga ayırır gibi abi tamam boşver bile dedi HAHAHAHA utanmasa taşla taş olma abi diyecek.
Gündüz olduğunda atıştırmalıklarımızı alıp yedikten sonra sahile geçtik sahil gerçekten enfesti






Denizde girmekten çok denizde top oynamayı tercih etmemiz orada biraz dikkat çekmemize de sebep oldu.



Hatta ‘’Önemli Olan Zirvede Bırakmak’’ yazımda bahsettiğim futbolcu ruhum geri geldi bile diyebiliriz.  (Acaba ?)





Dediğim gibi sahili güzeldi fakat biraz cansızdı daha çok ‘’Emekli Mekanı’’ olarak adlandırılabilir. Özellikle geceleri sahilde ateş başı beklerken genelde kimselerin olmaması hem bizim rahat hareket etmemizi sağlamıştı hem de biraz yalnız kalmamızı.
Yine de güzeldi.
Tarih 9 Temmuzu gösterdiğinde ise aynı rotamızla kutsal topraklar Isparta’ya geri döndük.  Fakat geri dönerken yine vosvosumuzun biraz yorulmasıyla motoru açık gitmek zorunda kaldık buda tüm şoförlerle muhabbet etmemizi sağladı.



Kısaca gitmeden önce yaşadığımız tedirginliklerin çoğu olmadı diyebiliriz, yani eğer bir gün çadır kurup kamp yapmak isterseniz Adrasan’a mutlaka uğrayabilirsiniz.
Ama verilmesi gereken en önemli tavsiyeler. Eğer çadır kuracaksanız içine koymanız gereken ekipmanları iyi araştırın. Sonra taşla toprakla kavga etmek zorunda kalmayın.
Ve sakın tüp, mangal gibi şeyleri unutmayın yoksa bizim gibi millet mangalda et yerken siz ekmek arası salam yersiniz





Dediğim gibi yine de çok güzeldi,
Eğlendik, güldük, yorulduk hatta bazen şarj olduk.



ÇOK GÜZEL ANILAR BİRİKTİRDİK :))






Bu blogda anılarımı da biriktirdiğim için bu yazıyı yazmak istedim. Bayadır yazılarım gecikiyor biliyorum, ama artık çok sevdiğim daha edebi anlatı yazılarına başlayacağımı söyleyebilirim.

OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER!

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLÜMSÜZLÜĞÜ BULAN ADAM !

Bugün sizlere Isaac Christin Novak'ın hikayesinde bahsedeceğim.  Dünyaya geldikten hemen sonra bebekler ağlamaya başlarlar, ya bu dünyanın nasıl boktan olduklarını bildikleri içindir ya da doğar doğmaz yavaş yavaş ölmeye başladıkları için. Bir süre sonra bu fikre alışarak ağlamaları kesilir fakat herkes bu fikre alışmaz ve ölmemek üzere yaşamaya başlar. İnsan bilimsel olarak kalbi durduğu zaman ölür fakat asıl ölüm ismini son bilen, seni son hatırlayan kişi dünyadan gittiğinde olur. O zaman bu dünyaya hiç gelmemiş olursun, çünkü kimsenin seni hatırlamaması senin var olmadığına bir kanıttır. Sanatçılar ve siyasiler çoğunlukla bu açığı kapatırlar, çünkü onlar kolay kolay unutulmazlar ve ölümsüzlüğü bir nebze gerçekleştirirler. Peki ya gerçekten ölümsüz olmak mümkün mü? Binlerce yıldır insanlar bunun araştırmasını yaptılar, dünya üzerinde inanılan neredeyse bütün dinler ölümden sonra tekrar yaşamın olacağını söylerler fakat bulunduğumuz dünyada ölümsüzlüğün

MESSİ'NİN KILDIĞI NAMAZ !

Selamlar, blog sayfamın ikinci yazısıyla buradayım. Her yazıya başlarken numara verecek değilim elbet ama ilkler güzel belirtmekte fayda var. Bugün sizlere kendimden bir hikaye anlatacağım. Aslında başlığı gören ve konuyu bilen arkadaşlarım anlamışlardır mevzuyu ama ben yine de anlatayım, çünkü anlatacağım bu hikaye benim için bir süre korkulu rüya bir süre sonra da eğlenceli bir gerçek oldu. 2008 ya da 2009 yılıydı, ben evin en küçük oğlu olarak günde 15 saat bilgisayar başında takıldığım dönemler ( ki hala öyle ) ve o zaman facebook yeni yeni Türkçe olmuş popülerlik zirvede herkes cayır-cayır sayfa açıyor biz de o sayfalarda her fotoğrafın her video’nun altına “zaaaaa xd xd xd” yazıyoruz. Evet bunu hepimiz yapıyoruz. En cool arkadaşlarımın hatta eski sevgilimin bile internet geçmişinde var bunlar ve daha da ötesi “yha”lar bile var. Neyse ki çabuk atlattık msn ile birlikte onlarda kalktı bir nebze. Dönelim bana, tahminimce 2008 yazıydı ve Avrupa şampiyonası var, almışım tüplü tel

Yaşar Kemal'in Teneke İsimli Tiyatro Oyunu / İnceleme

Evet sevgili dostlar bugün sizlere bir oyun incelemesi yazmak istedim, keyifli okumalar ; Oyun aynı isimli romandan uyarlanmış ve romanın yazarı asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal’dir. Ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden  Van’dan sürülmesiyle 1926 yılında Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde doğmuştur.  1943 yılında ilk kitabını yayımlayan Yaşar Kemal incelememize konu olan Teneke eserini 1955 yılında kaleme almış, 1965 yılında oyunlaştırmıştır. 1966'da İlhan İskender Armağanı ile Ankara Sanatseverler Derneği Ödülü'nü kazandırmıştır.                                     Teneke romanı aynı zamanda yazara esin kaynağı olan, hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Adana’da geçmektedir. Çiftçi olan babasını henüz beş yaşındayken kaybeden ve bir kaza sonucu yine o yaşlarda bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal ailesine yardım etmek için Adana’da pamuk çiftliklerinde ırgat olarak çalışmıştır. Bu tecrübe ona hem Adana Çukurova’yı tanımasını hem de halkın dertler