Ana içeriğe atla

Ritim Bozukluğu


“Yaşamın anlamsız olduğuna karar vermek ile yaşanılmaya değmez olduğuna karar vermek arasında bir fark vardır.
Evet yaşam anlamsızdır ancak yaşamaya değerdir.”
                                                                -Albert Camus
Yaşamak nefes almak, bir takım biyolojik olayları meydana getirmek mi, 
Akciğerlerinin devinimini tamamlaması mı bir dakika içinde, istisnasız.
Kan dolaşımının kusursuz işlemesi mi, yaşamak.
Karnını doyurmak, uyumak, terlemek mi…
Böyleyse 
-ki böyle… 
Yaşamak sıradan, tatsız, 
Hatta
gereksiz.
Ama yaşamak, 
Gülmek…
Sana bakan henüz dünyada bir ay geçirmemiş bir çift göze gülümsemek,
Bir asıra yaklaşan gözlere gülümsemek,
Ömrünü tamamlayan bir çift gözün ait olduğu taşa gülümsemek.
Ağlamak…
Hiroşima’da üzerine bomba atılan o on yaşındaki çocuğa ağlamak,
Terk ederken bir kere dönüp bakmadığı için ağlamak,
Eve döndüğünde bıraktığın tek kişiyi, iki ruh olarak bulduğunda ağlamak.
Utanmak…
Sana bakmadığını bildiğin halde, karşısında olduğunda utanmak,
Saçlarının arasından yanaklarını gördüğünde utanmak,
Başkasıyla olsa hatırlamaya değmez bulacağın o kısa sohbeti,
Düşündükçe,
Utanmak.
Yaşamak, tüm biyolojik unsurları göz önüne koyarsan değersiz…
Ama o unsurları değiştirirsen.
Değiştirirse.
Kalp atışının ritmini değiştirirse,
Kan dolaşımını değiştirirse,
Ciğerlerine doldurmaya çalıştığın havayı değiştirirse,
Rüyalarını değiştirirse,
İşte o zaman yaşamaya değer.
“Biz ölümlüler yaşamla ölümü ayıran ince bir çizgideyiz” diyor on küçük zenci romanının karakteri Emily Brent.
İşte o ince çizgiyi yürürken keyif almak için.
Nazım’ın dediği gibi, 
“Yaşadım diyebilmek için.”
Önce bu değişimleri yaşamak, yaşatmak gerekiyor.
Çünkü bu hayat yaşamadan bitebilir…
Bir trene bindiğini düşün, nereye gittiğini bilmediğin…
Trene alıştıktan bir süre sonra buraya kadar dediler,
Ve indirdiler seni trenden. 
Yolculuk bitti.
Peki sana yolculuğunun biteceği saati baştan söyleselerdi ?
İnan bana; 
Geçtiğin bütün istasyonlara dikkatle bakardın,
Pencere kenarından dışarıda gördüğün her ağaca, kuşa, buluta bakardın,
Ve her su kenarından geçtiğinde kendi suretini izlerdin…
Ama tren durdu ve sen bunu yapmadıysan.
Bitti
Yaşamak.
O yüzden geç kalmalar, acabalara sığınmalar, ihtimalleri sevmeler boş
Bomboş.
Yaşa.
Dene.
Sev.
Değiş.
Gül.
Ağla.
Ve öl.
Yaşayarak öl.
Yaşatarak öl.
Pişman olmadan öl.
Pişman etmeden öl.
Ben mi ?
Kalp ritmim değişti.
Gülüyorum.
korkuyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÖLÜMSÜZLÜĞÜ BULAN ADAM !

Bugün sizlere Isaac Christin Novak'ın hikayesinde bahsedeceğim.  Dünyaya geldikten hemen sonra bebekler ağlamaya başlarlar, ya bu dünyanın nasıl boktan olduklarını bildikleri içindir ya da doğar doğmaz yavaş yavaş ölmeye başladıkları için. Bir süre sonra bu fikre alışarak ağlamaları kesilir fakat herkes bu fikre alışmaz ve ölmemek üzere yaşamaya başlar. İnsan bilimsel olarak kalbi durduğu zaman ölür fakat asıl ölüm ismini son bilen, seni son hatırlayan kişi dünyadan gittiğinde olur. O zaman bu dünyaya hiç gelmemiş olursun, çünkü kimsenin seni hatırlamaması senin var olmadığına bir kanıttır. Sanatçılar ve siyasiler çoğunlukla bu açığı kapatırlar, çünkü onlar kolay kolay unutulmazlar ve ölümsüzlüğü bir nebze gerçekleştirirler. Peki ya gerçekten ölümsüz olmak mümkün mü? Binlerce yıldır insanlar bunun araştırmasını yaptılar, dünya üzerinde inanılan neredeyse bütün dinler ölümden sonra tekrar yaşamın olacağını söylerler fakat bulunduğumuz dünyada ölümsüzlüğün

MESSİ'NİN KILDIĞI NAMAZ !

Selamlar, blog sayfamın ikinci yazısıyla buradayım. Her yazıya başlarken numara verecek değilim elbet ama ilkler güzel belirtmekte fayda var. Bugün sizlere kendimden bir hikaye anlatacağım. Aslında başlığı gören ve konuyu bilen arkadaşlarım anlamışlardır mevzuyu ama ben yine de anlatayım, çünkü anlatacağım bu hikaye benim için bir süre korkulu rüya bir süre sonra da eğlenceli bir gerçek oldu. 2008 ya da 2009 yılıydı, ben evin en küçük oğlu olarak günde 15 saat bilgisayar başında takıldığım dönemler ( ki hala öyle ) ve o zaman facebook yeni yeni Türkçe olmuş popülerlik zirvede herkes cayır-cayır sayfa açıyor biz de o sayfalarda her fotoğrafın her video’nun altına “zaaaaa xd xd xd” yazıyoruz. Evet bunu hepimiz yapıyoruz. En cool arkadaşlarımın hatta eski sevgilimin bile internet geçmişinde var bunlar ve daha da ötesi “yha”lar bile var. Neyse ki çabuk atlattık msn ile birlikte onlarda kalktı bir nebze. Dönelim bana, tahminimce 2008 yazıydı ve Avrupa şampiyonası var, almışım tüplü tel

Yaşar Kemal'in Teneke İsimli Tiyatro Oyunu / İnceleme

Evet sevgili dostlar bugün sizlere bir oyun incelemesi yazmak istedim, keyifli okumalar ; Oyun aynı isimli romandan uyarlanmış ve romanın yazarı asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal’dir. Ailesinin Birinci Dünya Savaşı’ndaki Rus işgali yüzünden  Van’dan sürülmesiyle 1926 yılında Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde doğmuştur.  1943 yılında ilk kitabını yayımlayan Yaşar Kemal incelememize konu olan Teneke eserini 1955 yılında kaleme almış, 1965 yılında oyunlaştırmıştır. 1966'da İlhan İskender Armağanı ile Ankara Sanatseverler Derneği Ödülü'nü kazandırmıştır.                                     Teneke romanı aynı zamanda yazara esin kaynağı olan, hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Adana’da geçmektedir. Çiftçi olan babasını henüz beş yaşındayken kaybeden ve bir kaza sonucu yine o yaşlarda bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal ailesine yardım etmek için Adana’da pamuk çiftliklerinde ırgat olarak çalışmıştır. Bu tecrübe ona hem Adana Çukurova’yı tanımasını hem de halkın dertler